Like a Dragon Gaiden: The Man Who Erased His Name - İnceleme

Sen ismini silsen de biz seni unut(a)mayız Kazuma Kiryu :)

Daha önce pek çok kez söyledim, fakat yine tekrar edeceğim, Yakuza serisini çok ama çok seviyorum. Belki Kazuma Kiryu’nun Haruka ile baba-kız ilişkisi yüreğime işlediğinden, belki türlü absürtlükle eğlendirdiğinden, belki hafızalarda yer eden karakterleri ve en az onlar kadar renkli mekanlarından, belki havasından, belki suyundan... Sebep ne olursa olsun, bıkmadan usanmadan oynadığım bir seri Yakuza serisi ve böyle olmaya da devam edecek gibi görünüyor.

Hal böyleyken, Like a Dragon Gaiden: The Man Who Erased His Name’i de es geçmem düşünülemezdi, öyle değil mi :) Ben de fırsat ayağıma kadar gelmişken Kiryu ile bir maceraya daha yelken açayım dedim, bakalım bu macerada neler yaşamışız…

Kiryu’dan Joryu’ya…

Yakuza 6: The Song of Life’ın finalinde kahramanımız Kazuma Kiryu’nun sessiz sedasız bir şekilde sahneden çekilişine şahitlik etmiştik. Like a Dragon Gaiden, bizlere o noktadan sonra Kiryu cephesinde neler yaşandığını anlatıyor ve hikâyeyi bir sonraki oyuna bağlıyor.

Kiryu, kızı gibi gördüğü Haruka ve torunu diyebileceğimiz Haruto başta olmak üzere Morning Glory Yetimhanesi ahalisini koruyabilmek adına Daidoji ile bir anlaşma yapıyor ve bir sahte ölümün arkasına saklanıyor. Adını ve geçmişini geride bırakan kahramanımız, Daidoji gözetiminde bir tapınakta inzivaya çekilmiş durumda.

Ancak tahmin edebileceğiniz üzere bu inziva süreci fazla uzun sürmeyecek. Daidoji’nin yöneticilerinden Hanawa, artık Joryu ismini kullanmaya başlayan kahramanımıza gelip bir iş için kendisine ihtiyaç duyulduğunu söylüyor. Bu iş normalde basit bir teslimat görevi olması gerekirken bir anda saldırıya uğrayan ekip, bunun bir tuzak olduğunu anlamakta gecikmiyor. Sonrasında da doğal olarak bu tuzağı kuranların peşine düşüyorlar.

Çok geçmeden, bu işin arkasında Watase Hanesi’nin bulunduğunu ve amaçlarının Kiryu’yu saklandığı yerden çıkarıp kendi yanlarında yer almaya ikna etmek olduğunu öğreniyoruz. Nihai amaçlarıysa, Omi İttifakı ve Tojo Klanı’nın liderlerinin bir araya gelip deklare edecekleri çok önemli bir kararın doğurabileceği sıkıntıları bertaraf etmek için Kiryu’nun da desteğini alabilmek.
Elbette o noktaya varana kadar yine türlü olaylar yaşanıp kahramanımız ve arkadaşlarının başından çeşit çeşit macera geçiyor, sonunda da seriye yakışır bir final bizleri bekliyor

Sotenbori sokakları bizleri bekler

Yakuza serisi ağırlıklı olarak Tokyo’nun Kabukicho bölgesinden esinlenerek tasarlanan Kamurocho’da geçiyordu. Yakuza: Like a Dragon’da ise, Yokohama’nın Isezakicho bölgesinden esinlenen Isezaki Ijincho’ya yol almıştık. Şimdi yolumuz bir kez daha seride daha önce de uğradığımız bir mekâna, Osaka’nın eğlence bölgesi olarak değerlendirilen Dotonbori’den esinlenerek tasarlanmış Sotenbori’ye düşüyor.

Ryu Ga Gotoku Studio’nun bu kadar oyun boyunca istikrarlı bir şekilde devam ettirdiği ve başarıyla yaptığı işlerden birisi eğlenceli bir şehir sunması diyebilirim gönül rahatlığıyla. Bir yandan yolumuzu kesen çeteleri pataklamak, bir yandan ihtiyaç duyan semt sakinlerine yardımcı olmak, marketlere girip alışveriş yapmak, restoranlara dalıp kahramanımızın karnını tıka basa doyurmak veya eğlence mekanlarında gönlünü etmekle geçiyor saatlerimiz. Tabii benim gibi nostalji tutkunları için Sega salonlarının da yeri ayrı :) Yine Sotenbori sokaklarını ezberleyecek kadar turluyor, sanki gerçekten de oraları ziyaret etmişiz gibi hissediyoruz.

Bu sefer bir de “The Castle” adlı bir “yüzen kent” bizleri bekliyor. Bu gemide de çeşitli görevlerimiz veya eğlenmek için yapılabilecek şeyler var, ama esas olarak kolezyum dövüşlerine ev sahipliği yapıyor The Castle. Yeri gelmişken bu kapışmalardan da bahsetmiş olayım. Like a Dragon Gaiden’ın mini oyunlarından birisi de bu kafes dövüşleri. Caddede, sokakta, sağda solda milleti pataklamak yetmediyse, burada 4 farklı kategoride kafes dövüşleri yapabiliyorsunuz. Platin seviyesine ulaştığınızdaysa The Castle’ın muhteşem dörtlüsüyle kapışma faslına geçebiliyorsunuz. Absürt sahnelerle dolu bu kısım, dolayısıyla sadece ana hikayeyle ilgili görevleri yapıp bırakmayın, devamına da bir şans verin derim.

Hazır dövüşlerden bahsetmeye başlamışken, kahramanımızın oyunda kullandığı dövüş stillerinden de söz edelim bari. Kiryu, bu sefer 2 farklı dövüş stiliyle karşımıza çıkıyor. Bunlardan yakuza stili daha güçlü saldırılara odaklanırken, ajan stili ise daha çok hız odaklı bir dövüş stili sunuyor bizlere. Bir de ajan stili ile kullanabildiğimiz bazı oyuncaklar var; oyunun başından itibaren sahip olduğumuz kanca-halatın yanına oyunun ilerleyen kısımlarında drone gibi teknolojik aletler de ekleniyor. Elbette bu stillerden hangisini isterseniz onunla devam etmeniz, baktınız kapışmalar zorlu bir hal aldı, hemen dövüş ortasında diğer stile geçiş yapmanız mümkün. Her ikisinin de kendince güzel yanları var.

Tanıdık yüzler ve yeni isimler…

Kiryu, daha önceki oyunlardaki gibi burada da dostlar ve düşmanlar ediniyor doğal olarak. Like a Dragon Gaiden’ın hoşuma giden yönlerinden birisi de tam olarak burada karşımıza çıkıyor aslında. Bir yandan dost ve düşman yeni simalarla kadro genişlerken bir yandan da eski oyunlardan aşina olduğumuz isimler sahneye çıkıyor. Serinin geçmişiyle geleceği arasında güzel bir bağ kurulmuş durumda.

 

Oyun boyunca bir dost bir düşman olan karakterler, serinin devamında da karşımıza çıkma ihtimali bulunan kötülerimiz, Kiryu’ya saygı duyan ve destek olmak için elinden geleni yapan isimler ve Sotenbori sokaklarının koruyucu meleği Akame, ezcümle her bir yeni karakter üzerine düşen rolü yerine getirmiş durumda bence. Oyunun sonuna doğru bunlara bir de eskiden tanıdığımız bazı isimler ekleniyor.

Seriyi takip eden arkadaşlar da benimle aynı şekilde düşünürler mi bilemiyorum, ama örneğin seri boyunca Kiryu’nun başının belası olan Goro Majima’yı kısa bir süreliğine de olsa gördüğümde yüzüme bir tebessüm geliyor benim, Taiga Saejima’yı gördüğüme memnun oluyorum, Daigo Dojima’yı gördüğümde anılarım canlanıyor. Kısacası, bu tanıdık simaları görmek oyuna renk kattı benim için.

Burada özellikle Ryuji Goda için bir parantez açmak istiyorum müsaadenizle. Serinin 2. oyununda Kiryu’nun baş düşmanıydı kendisi. Her ne kadar karşı cephelerde olsalar da birbirlerinin saygısını kazanmayı başarmışlardı. Bu oyunda da bu noktanın altının çizildiği bazı sahnelerle karşılaşıyoruz.

Ana hikâye gereği yaptığımız kafes dövüşlerinden birisinde kahramanımızın karşısına Ryuji Goda’ya benzer bir karakter çıkıyor. Benzerlik Kiryu’yu da şaşırtıyor hatta, başlarda “Gerçekten de o olabilir mi acaba” diye geçiyor aklından. Sonrasında o olmadığını anlıyor tabii. Hatta iş burada da kalmıyor, Sotenbori sokaklarında sahte Ryuji Goda avına çıkıyoruz. Bu görevler esnasında da Kiryu’nun, Ryuji Goda’yı nasıl saygıyla andığını görüyoruz.

Aslında öyle çok da önemli bir şey gibi görünmeyebilir bu. Ama oyunun beğendiğim detaylarından birisi oldu. Geçmişte yaşananları ve hafızalarda yer eden karakterleri bu şekilde anımsamak hoşuma gitti. Kiryu’nun uzun soluklu yolculuğunda yer eden isimleri ve onda bıraktıkları izleri düşündürttü bu sahneler bana.

Zaten oyunun başlangıcı da finali de tam olarak bu noktaya temas eden cinsten detaylar barındırmakta, Kiryu’da iz bırakan isimler ve onlara nasıl bağlandığını görüyoruz bu sahnelerde. Genel olarak baktığımızda da Kiryu’nun sevdikleri için ne fedakarlıklara katlanabildiğini, onlara zarar vermeye çalışanlar olduğunda bir anda nasıl kaplana (ejdere mi demeliydim yoksa?) dönüştüğünü, düşmanlarına karşı ne kadar acımasızlaşabiliyorsa sevdiklerine karşı da o kadar yufka yürekli olabildiğini bir kez daha tecrübe ediyoruz bu oyunda. Like a Dragon Gaiden bu yönüyle tam da olması gerektiği gibi bir Kiryu profili sunuyor ve aşina olduğumuz bir deneyim yaşatıyor diyebilirim.

Yani özetle, oyunun hikâye kısmında başarılı bir performanstan bahsetmek mümkün. Yakuza 6 sonrasında Kiryu neler yaşadı, bu olayların Yakuza: Like a Dragon’da Ichiban Kasuga ve arkadaşlarının yaşadığı olaylarla bağlantısı neydi sorularını cevaplarken bir yandan da yeni oyunun tohumlarını atıyor; Kiryu’nun yolunun Hawaii’ye nasıl düştüğünü de öğreniyoruz. Bu yönüyle iyi bir geçiş oyunu olmuş.

Oynanış kısmı da önceden nasılsa yine aynı şekilde devam ediyor. Abartılı dövüş sahnelerinde aksiyona doyuyor, arada da soluklanmak için bilardoya gidiyor, karaoke yapıyor, Ufo Catcher makinelerinden oyuncak kapmaya çalışıyor, sonra bir tur daha Virtua Fighter oynuyor, enerjimiz halen tükenmediyse de kabarelerde, casinolarda vakit geçiriyoruz :) Yakuza serisinin alametifarikası da bu değil midir zaten? Hedefe odaklanmış şekilde önünüze gelen mafyasıdır, yakuzasıdır, sokak çetesidir pataklayıp ilerlerken kendinizi bir anda olmadık yerlerde olmadık şeyler yaparken bulursunuz. Bu mini oyunlar, yan maceralar oyuna başka bir renk katar. Bu oyun için de aynı durum geçerli. Dolayısıyla bu kısımdan da bir artıyı hak ediyor bence. Yakuza: Like a Dragon’da geçilen sıra tabanlı dövüş sistemini de seviyorum. Fakat ne yalan söyleyeyim, ana serinin aksiyon odaklı dövüş sistemini bir kez daha tecrübe etmek de güzel geldi.

Âdet yerini bulsun, nazar boncuğu niyetine olumsuz olarak değerlendirilebilecek bazı noktalara da işaret edeyim. Serinin ana oyunlarına kıyasla kısa bir oyun Like a Dragon Gaiden. Elbette bunun bir geçiş oyunu olduğunun ve bu nedenle kısa tutulmuş olabileceğinin farkındayım, ama gönül biraz daha uzun bir oyun olsun isterdi. Özellikle serinin eski karakterlerine biraz daha zaman ayırılabilir, hikâyenin bazı kısımları biraz daha işlenebilirdi diye düşünüyorum. Ama sağlık olsun, bu haliyle de yeterince keyif veriyor.

İkinci olarak, bir tasarım tembelliği durumuyla karşı karşıya olduğumuzu düşündüren detaylardan bahsetmek mümkün. Harita küçülmüş mü, yoksa bana mı öyle geliyor acaba? Bir de eldeki hazır malzemelerin tekrar kullanıldığını görünce, “kendilerini çok da yormamışlar” diye düşünüyor insan :)

Fakat yukarıda da dediğim gibi, bunlar görmezden gelinebilecek ufak tefek kusurlar, bir nevi nazar boncukları. Oyundan aldığım keyfi baltalayacak hiçbir sorunla karşılaşmadım. Aksine, kâh gülüp kâh duygulandığım, son kertede büyük keyif aldığım bir 20 saat geçirdim başında.

İster serinin bundan önceki oyunlarını ezberlemiş oyunculardan olun, isterseniz ilk defa bir Yakuza (veya yeni adıyla Like a Dragon) oyunu oynayacaklardan, Like a Dragon Gaiden’ı gönül rahatlığıyla tavsiye edebilirim sizlere. Hikayesiyle de oynanış kısmıyla da iyi bir oyun sizleri bekliyor.

Böylece Kiryu ile bir maceranın daha sonuna gelmiş bulunuyoruz. Darısı sıradaki oyunların başına diyelim mi?

SON KARAR

Serinin hayranlarını mutlu edebilecek, öte yandan yeni oyuncuları da kendisine çekebilecek bir oyun Like a Dragon Gaiden. Yakuza serisinin geçmişiyle geleceği arasında güzel bir köprü kurulmuş durumda. Bundan sonrasını merakla beklemek için yeterli gerekçe sunuyor bizlere.

Like a Dragon Gaiden: The Man Who Erased His Name
Çok İyi
8.0
Artılar
  • Kazuma Kiryu’yu bir kez daha iş başında görmek güzel

  • Serinin önceki oyunlarından tanıdık simaları görmek de öyle

  • Yeni dostlar ve düşmanlar da rollerini başarılı bir şekilde oynuyorlar

  • Orijinal seriyle yeni seriyi güzel bağlıyor

Eksiler
  • Serinin ana oyunlarına göre kısa kalıyor

  • Eski tanıdıklara biraz daha fazla zaman ayrılabilirmiş (Goro Majima’yı bu kadarcık mı görecektik!)

  • Tasarım konusunda biraz tembellik yapıldığını düşündüren detaylar mevcut

YORUMLAR
Parolamı Unuttum